yıldız tarihi 2017.08.05


''O an içimdeki bu donuklaşma sürecinin ne kadar ilerlemiş olduğunu birden görüverdim - hiçbir yere tutunmadan, hiçbir yerde köklenmeden, akan suyun üzerinde kayar gibi yaşıyordum ve bu soğuklukta ölü, cesedimsi bir yan olduğunu gayet iyi biliyordum; gerçi henüz çürümenin kötü kokan soluğu hissedilmiyordu, ama umarsız bir dokunluk, acımasız, soğuk bir duygusuzluk yerleşmiş, yani bedensel anlamda gerçek ölümün ve çürümenin dışarıdan da görüldüğü aşamanın eşiğine gelmiştim.''

Zaman içinde hissizleşen, hayata dair hiçbir heyecan duymayan bir burjuvanın ruhunu geri kazanmasını anlatıyor bu kitap. Bir hissizlik süreciyle başlıyor. Sevgilisi tarafından uzunca bir mektupla terk edilen kahramanımız bu ayrılığın onda hiçbir insani duygu uyandırmadığını fark eder, pek çok olayda bu farkındalık pekişir ve daha derin bir depresyona neden olur. Bu hissizliğin içinde çemberi kıracak bir hareket olur, küçük bir suç. Ve olağanüstü bir gecede, kahramanımız tüm bu yabancılaşmanın, hareketsizliğin içinde yaşamı yeniden yakalamayı sınıfsal bir farkta ve ancak başka insanların mutluluğunu amaçlayarak öğrenir. 

yıldız tarihi 2015.12.14




‘’Dünyaya alışamadım
Kuru güller gibi yersiz ve inceydim biraz
Hep bunu duydum bunu yaşadım’’

Aidiyetsizliğimin temel nedenlerden biridir kırılgan varlığım. Diğerlerinden daha çok önem veririm inceliklere, geniş çıkarımlar yapar kırılıveririm bu özensizlikten. Bu özelliğimin bir ayrıcalık değil hastalık olduğunu idrak ederim de yine de değiştiremem. Hayatıma giren adamların hikayesi de genellikle burada başlar ve son bulur. Başlarda ne kadar narin olduğuma gelen övgüler zaman içinde yerini küçük şeylere takılmamdan gelen bıkkınlığa bırakır. Centilmen baylar vardır, onlar ima ederler. Bense kasketimi eğip geldiğim yere dönerim. Üstüm başım boya içinde kalır, kalın fırçalarla çizilmiştir üstelik. Susar ve niyetler okurum, ikna edemem kendimi. Benim kırılacak bir yerim kalmayıncaya kadar yahut onların tahammülü kadar sürer gider bu döngü. 


‘’Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam…''

                                                                                             Turgut Uyar

yıldız tarihi 2015.12.12



Çok uzun zamandır gitmediğim bir yerdeydim bugün. Üniversitenin ilk senelerinde haftada en az iki üç kez gittiğim bir rock bar. Ankara'da meşhurdur kat barları, ama burası tabiri caizse cehennemin yedi katı gibi bir apartman. Girişte meyhanelerle başlayan, pavyonlar, türkü barlar, Rizeliler derneği, metal barlar, sanat cafeleri halinde üst üste yığılmış bir kültür karmaşası. Her mekandan çıkan müzikler apartman içinde birbirine karışır, merdivenler ise tipleri değişse de gelir düzeyi sabit insanların oluşturduğu kalabalıkla adeta 'görsel bir şölendir'.

Bu karmaşayı atlatıp dördüncü kata ulaştığınızda ise karşınızda Always belirir. 70-80 dönemine ait klasik metal ve rock müziği kendine şiar edinmiş, ucuz birası ile üniversite gençliğine hitap eden bir mekan. İşte benim de üniversitedeki toy yıllarımın çoğu o duvarlara, Jim Morrison posterinin hemen altına, James Hetfield'ın karşısına ve koridorlara sinmiştir.

Farklı insanlarla atılan bolca kahkaha, Sadri Alışık'a özenip tüketilen alkol miktarını hesaplamaya çalışıp ucu kaçınca bırakmak, son içkilerle istenen 'Turn the Page', partiler, kostümler, doğum günleri, birden fazla ilişkinin başlangıcı, bolca öpüşme, bir ilişkinin bitişi, bir o kadar ağlama, biraz ileride balkondan düşen arkadaş, sürprizler, beni sevdiğini söyleyen adamlar, yumruk attığım bir adam, tam ihtiyacım olduğunda beni çekip çıkaran bir dost, hafızamı yitirdiğim geceler, asla unutmayacağım akşamlar, bar sahibiyle uçarcasına yapılan danslar, anonslar, gazlar, polisler, ansızın gelişen oyunlar,yazılar, tanışmalar ve vedalar...

Ve ben ilk kez anılarımın benden bu kadar uzak oluşuna şaşarak kımıldamadan durdum. Bir zamanlar kendimi ait hissettiğim her şey, bana ait hissettiğim her şey öylesine uzak ki. Hayatımın çoktan ölmüş renkli bir kısmına geç de olsa usulünce veda etmek istedim.

''And it echoes when I breathe
Until all you see is my ghost
Empty vessel, crooked teeth
Wish you could see''


yıldız tarihi 2015.08.21


Selim Işık'ın başucu kitaplarından biri olması nedeniyle Tutunamayanlar'dan kısa süre sonra Benim Üniversitelerim'i okudum. Gorki'nin hayatının bir bölümünü anlatmasının yanı sıra devrimi, çarlıkla olan mücadeleyi, köy yaşamı ve köylüyü romantik olmak yerine olanca gerçekliğiyle işlenmiş. ''İnsanlar bilgi değil, unutma ve avuntu peşinde koşarlar.'' gibi hayli eleştirel cümleler barındırır.

''Sizin o kentlerdeki öğrencileriniz halkı sevmek üstüne bir sürü laf ediyorlar. Bense onlara şöyle diyorum. Hayır bu yapılamaz. Halkı sevemezsiniz. Bu tür sevgi laftan öte bir şey değildir.
Sevgi... Bu şu anlama gelir: işbirliği yap, lütfet, hoş gör ve bağışla. Bir kadını severken bunların hepsi çok güzel. Ama ya halk? Halkın cahilliğini hoş görüp onların hayalleriyle iş birliği yapabilir, onların cahilliğini görmemezlikten gelip kabalıklarını bağışlayabilir miyiz? Bunu yapabilir miyiz?''
''Hayır.''
''İşte tüm sorun burada. Kentteki arkadaşlarının tümü Nekrasov okuyup onun ağzından konuşuyorlar. Bense şöyle diyorum: Nekrasov'la bir yere varılmaz! Köylülere şöyle demeliyiz: Buraya bak kardeş! Şimdiye dek sen kötü biri değildin. Ama sürdüğün yaşantı kötü ve sen yaşamını daha kolay, daha iyi bir düzene koymak için ne yapman gerektiğini bilmiyorsun. Aslında vahşi bir hayvan bile kendine, senin kendine baktığından daha iyi bakar. Kendini senin savunduğundan daha iyi savunur. Ama yine de siz köylüler her şeyin kaynağısınız. Soyluların, papazların, aydınların, çarların... Geçmişte bunların hepsi köylüydü. Anlıyor musun? Anlatabildik mi? Peki öyleyse, ezilmemek için yaşamayı öğren.''

yıldız tarihi 2015.08.20


Son günlerimin en güzel keşfi oldu Tartini'nin Şeytan Trili. Şu sıralar neredeyse aralıksız dinlememin yanı sıra öyküsü de oldukça hoşuma gitti.

Tartini bir gece rüyasında ruhunu şeytana sattığını görür. Tüm arzuları şeytan tarafından yerine getirilen Tartini son olarak kemanını ona uzatır ve çalıp çalamayacağını görmek ister. Bundan sonra duyduklarını ise kendi sözcükleriyle hayal bile edemeyeceği güzellikte, akıl almaz ve büyüleyici olarak tasvir eder. Öyle ki nefesi kesilerek uykusundan uyanmıştır. Derhal kemanına sarılır ve rüyanın etkisiyle bu sonatı yazmaya başlar. Her ne kadar bestelediği en başarılı eser olduğunu kendi de kabul etse de rüyasında duyduğu müzikle bestesi o kadar uzaktır ki müzikten bu kadar keyif almasaydı kemanını parçalayıp müziği sonsuza dek bırakacağını söyler.

yıldız tarihi 2015.08.19


Kediler Krallardan Korkabilir

Henüz ortaokul yıllarımda okumuştum Sartre'ın Sözcükler'ini. O yıllarda kitabı ne kadar anladığım bilinmez ama bir cümle bunca yıldır içimde döner durur; ''Ve ta derinlerde hiçbir şey kıpırdamıyordu; yüzeydeki beyhude kıpırdamalar, kaderimiz olan ölüm dinginliğini saklayamazdı.''
Cümlenin daha varoluşsal sıkıntıları ifade ettiği aşikar, lakin ben yetinmedim yeni anlamlar yükledim bir bir. 

''Ve yıllarca sonra kadının ölüsünü, bir bunaltı cenazesi gibi kaldırdılar içimden'' diyordu Edip Cansever, ilk onu ekledim Sartre'ın sözlerine. Zamanla, kendime bunca yakın hissettiğim, bir yandan da bu yakınlıktan korktuğum birçok şiir, şair ve kişi eklendi. Çoğu zaman hastalıklı bir ruhum olduğunu düşünür, bu düşüncelerin sonuçlarına katlanamadığımdan elimden geldiğince görmezden gelir yine de bu boşluğu tasvir eden herkesi sımsıkı yanımda tutardım.

Edip Cansever ile olan münasebetim de işte bu noktaya dayanır.

''her şey o kadar dokunaklı ki
eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar.''

Dizelerini okuduğumda üstümüzdeki boşluk kadar kocaman bir demet karanfil olacağımızı biliyordum, Ruhi Bey, Yakup ve Ester'le kocaman bir demet. Kendimce ilişkimizi tanımlayan dizeyi de yine Edip Cansever'in mısralarında buldum: ''ben ölüme iyice yakın, o yaşamaktan uzak, öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz.'' Şimdilerde de ne vakit boğulsam, kendimi Edip Cansever okurken bulurum. Bir nevi ruhun arındırılması.

Her ne kadar bu boşluğun tek ve gerçek Mesih'i Edip Cansever olsa da (Selimciğim Işık'a selam olsun) birkaç isimden daha bahsetmeyi gerekli buluyorum.

Mesihlerden bahsetmişken vaftiz babalardan da söz açılabilir elbet. Enis Batur'un da Ağırlaştırılmış Sebepler Divanı ile ciddi katkıları olmuştur bu müesseseye:

''sizinkisi şüphesiz zarif, incelikli seçim.
bana ulaşmak istemişsiniz, yolunuza pek
çok engel çıkmış: pek çok engel için inanın
pek çok emek harcadım ben: ulaşıldığımda
karşılaştığım kaba mesafesizlikler kendimden
soğuttu beni: yıllar önce çekildiğim bu evin
kapısını, uzak durulsun, kilit üstüne kilit
kapattım. dönme dolaplar dönsün, dursun -
kurduğum hiçbir cümlenin, yazdığım hiçbir
satırın benden beklentisi kalmamıştır artık,
onları döndürecek ve donduracak mekanizmayı
ben yapmadım sonuçta: zaman hem aynası
kendinin, hem aynısı, tıpkısı, tekrarı -
onu nasıl olsa ben kurmadım''

Kaba mesafesizliklerden bahsederken Gülten Akın'a da bir selam gönderelim ''Ah, kimselerin vakti yok, Durup ince şeyleri anlamaya''. Bu blogun yazılmasına da kaynak olan dizelerdir aynı zamanda, kalın fırçalardan kırılıp dökülmenin yanı sıra.

Turgut Uyar ise ''tamamda da noksanda da, papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı.'' diyerek kendine yer edinmiştir.

Albert Camus'nün Yabancı'sı ise özdeşleştiğim ilk karakter oldu. Hemen arkasından Aylak Adam'ın Bay C.'si ve Kürk Mantolu Madonna'nın Raif Efendi'si gelip katıldı. Üstelik Raif Efendi'nin ezberlediğim cümleleri de vardı. ''...eğleniyorlardı. Yaşıyorlardı. Ve ben kafamın içine ve yalnız kendi ruhuma kapanmakla onların üstünde değil altında bulunduğumu anlıyordum. Şimdiye kadar zannettiğim gibi kitleden ayrılmanın bir hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık demek olduğunu anlıyordum. Bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı.
Ben neydim?
Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu?'' Gerçekten de kitleden ayrılmanın bir hususiyet olmadığını fark ettiğim yıllarda okumuştum bu cümleleri. Sonrası Enis Batur'un deyimiyle ''suskunun gelip içimi dışımı kaplaması''. Bu yüzdendir kendi cümlelerimi kurmayı bıraktım.

Dostoyevski'nin Yeraltından Notları'nın anlatıcısı ise daha ilk cümleleriyle; ''Hasta biriyim ben... Huysuz adamın tekiyim. Çirkinim. Sanırım karaciğerim hasta.'' bu boşluğa bütün bütün yerleşeceğini bildirmişti.

Sonra uzunca bir süre kimseyi kabul etmedik boşluğumuza (değil mi Olric?). Cemal Süreya yahut Gregor Samsa gibi teğet geçenler olmadı değil, ancak takdir edersiniz ki muhitimiz pek de dost canlısı sayılmaz.

Yıllar sonra, yazının muhtelif yerlerinden de anlaşılacağı üzere, Selim Işık tüm ağırlığıyla gelip oldukça büyük bir yer kapladı. "İnsan, iki gün falan böyle hissetse kendini, Dostoyevski'yi kıskandıracak eserler yazar. Değil mi Selim?" demişti Turgutçuğum Özben, kuşkusuz o da katkılarını esirgemedi. Yine de Selim'i kendi sözleriyle dinlemekte yarar görüyorum:

''...Tunç devri 
Aşık oldu -söyleyemez- utanç devri.
Hep utandı hayatı boyunca, 
(Annesi yıkamak için soyunca)
Sınıfta birinci olduğu gün, eve geç kaldım, diye üzüldü. 
Canı sıkıldı güldü, kalbi incindi güldü.'' 

Bahsetmesi en zor isimlerden benim için Selim Işık, gerek kapladığı yerin derinliğinden gerekse fazlasıyla özel olduğunu düşündüğümden. Yine de onsuz oldukça eksik kalırdı bu yazı.

İşin tuhaf tarafı şimdi bu kadar rahatlıkla bahsettiğim tüm bu isimleri düşündüğümde oldukça içe dönük daha doğrusu vahşi bir hale bürünürüm. Söz gelimi Tutunamayanlar'ı okuduğum süreç boyunca kitabı elimden bıraktığım zaman kimseyle konuşmak istemem, düşmanca bir tavır takınırım. Beni bunca yazmaya iten ise bir akşamüstü gelen ağlama isteği oldu.

''Dedim ki kendi kendime, insan ne söylerse söylesin
Ve ne yaparsa yapsın, öyle değil mi
Bütün bunlar bir bir kalacaktır yaşamanın içinde''

yıldız tarihi 2015.08.12



Karaburun'da, insanlardan, neonlardan, şehirden uzak, aysız bir gecede izledim Perseid meteor yağmurunu. Göğün ortasında beyaz bir şeritle, ilk kez Samanyolu'na neden Milky Way dediklerini anlayarak seyrettim saatlerce gökyüzünü. Yıllar önce denizin ortasında geçirdiğim yıldızlı bir geceyi anımsadım bir kez daha, soluk mavi bir nokta olmanın huzuruyla.

''Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün 
bu kadar benden uzak 
bu kadar mavi 
bu kadar geniş olduğuna şaşarak 
kımıldamadan durdum.''
                                                     
                                                                       Nazım Hikmet
                                                          

yıldız tarihi 2015.07.29



İki aydır ihmal etmişim buraları, haydi biraz canlandıralım! Dün uzun zamandır aklımda olan bir şeyi yaptım ve gidip organlarımı bağışladım. İtiraf etmeliyim ki böyle bir bağış mini bir varoluş krizine sebep olmuyor değil yine de gülücüğe odaklanmak lazım.

yıldız tarihi 2015.05.22


Bugün ilk kez arya çalışmaya başladım! Böyle küçük gelişmeler pek mutlu ediyor beni.

yıldız tarihi 2015.05.12


Bazı tesadüfler var hayatı pek güzel yapan; çiçeklerimin ikisini kitapların arasında kurutma kararı almıştım. Biri karanfil, diğeri papatya. Karanfili Lüzumsuz Adam'ın arasına koydum, papatyayı ise Tutunamayanlar'ın. Yine de hangisine daha çok yakışır emin olamamıştım. 

Turgut Uyar'ın Yalağuz'u geldi aklıma ''tamamda da noksanda da,
papatya gibi yalnızdı, kuşyemi gibi yalnızdı.'' O yüzden Oğuz Atay'a yakışacağına karar verdim sonunda. 

Ertesi gün Tutunamayanlar'ı okumaya başladım. Daha ilk 15 sayfasında sürekli papatyalardan bahsediyordu, Selim'i gördüğü rüyada, direksiyon çalışırken... En son "Hayır! Papatyaları değil, karanfilleri. Papatyalar Selim'in." cümlesini okuyup doğru kararı verdiğimden emin oldum.

yıldız tarihi 2015.05.02-2



Üç küçük kızla tanıştım bugün.

Biri Yazgül, yanında midye satan bir adamla birlikte oturduğum yerin hemen arkasındaki apartmana geçmek için izin istiyorlar. Zabıta gelmiş, adam içeride saklanırken Yazgül bizim yanımızda erketede. Adamla da benim gibi sokakta tanıştığını söylüyor. Okuma yazması yokmuş, hiç okula gitmemiş ama Arapça okumayı biliyormuş. Öldükten sonra Allah bizimle Arapça konuşacakmış çünkü.

Diğer iki küçük kız ise Gezi parkında otururken etrafımızı sarıyorlar birden, 5-6 yaşlarındalar. Abla saçın çok güzel deyip eliyle taramaya başlıyor bir tanesi saçımı. Tarama işlemi bittikten sonra sıra örgü ve toplamaya geliyor. İstediği modeli yaptıktan sonra toka istiyor, yanımda olmadığını söylüyorum. Kendi saçını çözüp tokasını bana takmaya çalışırken arkadaşım bir toka uzatıyor. Saç işlemi bittikten sonra çok güzel oldu hep böyle yap deyip koşarak uzaklaşıyorlar yanımızdan.

yıldız tarihi 2015.05.02


İnsanlara bağlı mutluluklarımı yazmama kararı almıştım bu blogu açarken, bir kez daha ters düşeceğim kendime üstelik büyük bir memnuniyetle. 

''Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi  
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda  
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor''

Edip Cansever                
Yerçekimli Karanfil          

yıldız tarihi 2015.04.20


Bu yazının tarihi daha eski olmalıydı ama kaçmış gözümden. ODTÜ-Sanat kapsamında açık hava filmlerine gidiyorum iki senedir ve mart sonunda donuyor olsam da kampüsteki en keyifli akşamlarımdan biri oldular. Geçen sene The Wall'u izlemiştik bu sene ise Hair'i seçmişler. İki senedir bu güzelliği kim yapıyor ise teşekkürlerimi sunuyorum kendisine bir kez daha.

Let the sunshine in!

yıldız tarihi 2015.04.16

Patrick Süskind'in arafta kalmış bir adamın hikayesini anlatan tek kişilik oyunu Kontrabas. Etkileyici kısımları olmakla beraber tek kişilik oyunlarda yükselen beklentimin bir miktar altında kaldı. Sebebi sanırım sahne ve ses sisteminin yetersiz olmasıydı. Yine de günümün geri kalanını enerjik geçirmemi engellemedi bu durum. İyi ki tiyatro var!

yıldız tarihi 2015.04.11


"Doğanın yarattığı gibi olan ve erkeği şimdi olduğu gibi kendine çeken kadın, erkeğin düşmanı ve sadece erkeğin kölesi ya da erkeğin despotu olabilir, ama hiçbir zaman yoldaşı olamaz. Yoldaşı, ancak erkeğe hakları ile eşit olduğunda, eğitimde ve işte erkek gibi olduğunda, olabilir."
Leopold Von Sacher-Masoch
Kürklü Venüs

Sonunda Kürklü Venüs'ü okuyabildim ve ilk defa empati kurmakta bu kadar zorlandığım bir kitap karakteri oldu. Severin, nam-ı diğer Sacher-Masoch, tam artık bu sefer değişecek dediğim noktada bir adım daha atmaktan kaçınmadı hiç. Belirtmeliyim ki bu kitabı Sade ile kıyaslamanın doğru olduğunu sanmıyorum. Sade'ın saldırıları ahlak felsefesine yönelirken Masoch'un yazım amacında böyle bir amaç bulunmuyor. Sade'ın topluma yönelik acımasız eleştirileri, kötücül insan düşüncesi Masoch'ta yerini bireysel açmazlara, farklı ruh hallerine bırakıyor.
Kitabın en güzel kısmı ise fikrimce Ek kısmındaki Wanda'yla Masoch'un evlilik sözleşmeleri ve Wanda'nın yazdığı Anatole anısı. O yazıdan sonra Wanda ve Masoch'un gerçek hayattaki evliliklerinin kitaptaki hikayeden çok daha etkileyici ve meraklandırıcı olduğunu fark ediyor insan el mahkum. Bir yandan köleliğin olduğu, bir yandan da günümüz şartlarında bile bireysel özgürlüğe farklı, ileri bir boyut getirecek ilişkinin dinamikleri nasıl oturmuştur, örneğin. 

yıldız tarihi 2015.04.10


''-Vanya: Çocuğum bilsen nasıl güç geliyor hayat. Ah! Bilsen nasıl güç geliyor. 

-Sonya: Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alın yazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum.. Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz. Dinleneceğiz! Dinleneceğiz!''
Anton Pavloviç Çehov
Vanya Dayı

Vanya Dayı birçok duygu geçişinin olduğu oldukça etkileyici bir oyun, özellikle yukarıda yazdığım son sahnesi. Levent Çelmen oyun boyu oldukça iyiydi zaten ama ağlamaklı sesiyle ''bilsen nasıl güç geliyor'' dediği anda tiyatro küçülüverdi sanki birden. 
Oyunun sanırım en etkileyici, öhöm, yanı ise Durukan Ordu idi. Bu adamın öyle güzel bir sesi ve duruşu var ki sahnenin kenarında otursa bile dikkati dağılıyor insanın, aslında başrol oynamadığı oyunlar için biraz da tehlikeli bu durum. Belki de Quills'de Marquis de Sade rolünün etkisinden çıkamadığımdandır.
Neyse kötü başlayan günün London Pub'da muhabbet ve oyundan sonra oldukça iyi bitmesi diyebiliriz.

yıldız tarihi 2015.04.08


South Park bu şarkıyı yayınladığından beri çarşamba günlerine gazlı başladığım doğrudur.

Ya ya ya
I am Lorde!

yıldız tarihi 2015.04.02

Peki ama neden kediler krallara bakabilir?

"Her şey iyi de, diyeceksiniz, kedi sevmek nedir? Kedi sevmek insanları, sokakları ve şeyleri sevmekten farklı bir şey mi? Bilge Karasu, 'kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir' der bir masalında, ben bu farklı sevme biçimini bundan daha iyi tanımlayan bir cümleye rastlamadım bugüne dek. Sahip olmayı yadsıyarak, ya da, sahip olmamayı göze alarak sevmek insanoğluna pek güç gelir. Sevgiyle mülkiyet duygusu öteden beri ortak yaşardır onda, sevgi bağını çoğu kez de tek yanlı, gerçek bir bağ haline sokmaya alışmıştır. Sevdiği kişinin bağımsızlığına da, kendi bağımsızlığına da kolay kolay katlanamaz. Bunu eleştiri, suçlama konusu saymamak gerek gene de: insanlar, eninde sonunda, kedi sevenler ve sevmeyenler olarak da pekala ikiye ayrılabilirler. Bir de, benim gibi, yolun sonuna varamayacağını bile bile kedi sevmeyi öğrenmeye çalışanlar vardır.

Kedinin sevgi 'anlayış'ındaki farklılık, gülünç gelebilir ama, farklı bir mantığa bel bağlamasından gelir. İnsanlar, kendi doğalarının terimleriyle sevgisiz, hain ya da bencil sayarlar ya kediyi, onun herhalde bu tür kaygıları yoktur. Oynaşmak; sevmek, sevilmek istediği an buradadır. İstemediğinde çekip gider, sizin doyumunuz yarıda kalmış, ona vız gelir." 

Enis Batur                          
''Kediler Krallara Bakabilir''

yıldız tarihi 2015.03.27


Işid'e katılan bir gökyüzü gözlemcisi deneyimlerini paylaşmış bugün. Orada yıldızların nasıl da parlak göründüğün bahsediyor. Yıldızları izleyen bir adamın Işid'e katılması veya Işid üyesi birinin bile yıldızların güzelliğini duyumsayabilmesi, bakış açısı.

Bugün bana yıldızları izlemeyi öğreten adamın doğum günü. Eh, vardır böyle babalar. Cık cık demezler de hişt hişt derler.

yıldız tarihi 2015.03.22


Günaydın, Gaudi'nin yaptığı bir binada huzurla ölebilme iznimiz var mı acaba?